Emperyalizmin her zaman uyguladığı taktik…
Önce gaz verirler, sırtını sıvazlarlar, “Arkanızdayız” derler… Sonra bir bakarsın tek başına kalakalmışsın…
Senin gündemin farklıdır, onların gündemi farklıdır.
Büyük laflar edersin, büyük paralar harcarsın, bir süre sonra ortaya çıkan sonuçtan şoke olursun…
Suriye’de yaşananlar gibi…
Bu satırların yazarı Suriye krizinde emperyal ülkelerin ortamı nasıl gerdiklerini, Suriye içindeki ayrılıkçıları nasıl cesaretlendirdiklerini, Türkiye’nin atlama tahtası olarak nasıl kullanıldığını ve Türkiye’nin bu propaganda seline nasıl kapıldığını yaşayarak gördü.
Bugün kuzeyinde ABD’nin kucağında bir PKK-YGP oluşumu, güneyinde Rusya’nın kucağında bir Esad yönetimi ve Türkiye’ye kaçmak zorunda kalmış, yerinden yurdundan edilmiş milyonlarca Suriyeli…
Ve bir de kara kara düşünen bir Türkiye…
Dış politika derinlik ister, strateji ister, kültür ister, birikim ister en önemlisi dış politika düşünmek ister…
Irak’ta da benzer bir senaryo uygulandı…
1990 yılında Saddam Hüseyin Kuveyt’i işgal etmeden bir hafta önce, ABD’nin Bağdat Büyükelçisi April Glaspie ile yaptığı tartışmalı görüşmenin notları “Wikileaks” tarafından yayınlandı. Öyle kritik bir görüşme ki, Saddam’ın tankları Kuveyt sınırında bekliyor. Ha girdi ha girecek. ABD Büyükelçisi İşte böyle bir ortamda yapılan görüşme sırasında Saddam’a “Araplar arası işlerde taraf olmadıklarını” söylüyor. Yani ne haliniz varsa görün demeye getiriyor. Bir hafta sonra da Saddam, Kuveyt’i işgal ediyor.
Sonuç üçe bölünmüş bir Irak…
Finlandiya’nın unutulmaz devlet başkanlarından Urho Kekkonen, “Fin dış politikasının temel görevi, ulusumuzun varlığını Finlandiya’nın jeopolitik çevresine egemen olan çıkarlarla uzlaştırmaktır” demişti. Özünde bir ülkenin kendi jeopolitik çevresiyle, yani komşularıyla uyum içinde bir politika izlemesi gerektiğini vurguluyordu.
Neden mi?
Çünkü Finlandiya İkinci Dünya Savaşı sırasında güçlü sınır komşusu Rusya tarafından işgal edildi. Bu işgale karşı direnen Finlandiya büyük acılar çekti. Nüfusunun üçte birini Rusya’yla olan savaşında kaybetti. İkinci Dünya Savaşı bitince de Finlandiya’yı yönetenlerin en büyük önceliği her zaman komşuları Rusya’yla uzlaşmaya ve anlayışa dayalı bir dış politika izlemek oldu. Her zaman karşılıklı güven verdiler. Finlandiya istese bir noktadan sonra arkasına Batı’nın desteğini alarak Rusya’ya meydan da okuyabilirdi ama yapmadı. Rusya’yla iyi ilişkiler içinde olmanın kendi çıkarına olduğunu gördü.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucularının, “Yurtta Barış, Dünyada Barış” sloganıyla aslında ne demek istedikleri bugün çok daha iyi anlaşılıyor. Çünkü onlar tecrübeliydi, çünkü onlar büyük acılar çekmiş ve o acılardan büyük dersler çıkarmış tarih bilincine sahip bir kuşaktı. Komşularının iç işlerine müdahale edersen, hele hele emperyalistlerin oyunlarının bir parçası olursan bedelini ağır ödersin. Şu anda bizim ödediğimiz gibi.
Ukrayna liderleri meydan okuma yerine barışçıl ve silahlardan arındırılmış bir dış politika izlemeyi tercih etselerdi; Rusya’yla güvene dayalı bir dış politikayı tercih edebilselerdi bugün durum farklı olabilirdi.
(Yanlış anlaşılmasın Rusya’nın egemen bir ülkenin topraklarına yönelik saldırısını şiddetle kınıyorum. Tartışma konusu ya da yazının konusu kesinlikle bu değil.)
Rusya’nın işgaliyle sonuçlanan son krizin başından itibaren sürece bakın, yine Ukrayna’ya yönelik, “Arkanızdayız, yanınızdayız” mesajları. Sonuç: Rusya’nın füzeleriyle parçalanan ve Rus tankları altında ezilen Ukrayna…
Herkes kendi planın ve projesinin peşinde. Emperyalistler (Kapitalist veya Sosyalist fark etmiyor) silah fabrikalarında fazla mesai yaparak dolar istifliyor… Ukrayna ve Rusya üzerinden korku pompalanarak sınır ülkelerine daha fazla silah, daha fazla asker yığılıyor. Daha fazla askeri harcamanın önü açılıyor. Emperyalist Rusya ise kendi şarkısını söylüyor: “Kuşatmak istiyorlardı… Biz daha ölmedik… Sovyetler Birliği’nin çökmesi hataydı… Hatta Ukrayna diye bir devlet bile yoktu!…”
Yani bir perdenin önünde oynanan bir oyun bir de perdenin arkasında bir hesap kitap işi var.
Bu hesap-kitap işinden anlamayanlar için sonuç ne yazık ki pek de farklı olmuyor…
Yazar Hakkında
İbrahim Gündüz: 18 Aralık 1965 yılında Ünye’de doğdu. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi mezunu. Gazeteciliğe 1987 yılında stajyer olarak girdiği Güneş gazetesinde başladı. Gece muhabiri, belediye muhabiri, siyasi parti muhabiri, diplomasi muhabiri ve parlamento muhabiri olarak görev yaptı. Kanal D Parlamento Muhabiri olarak çalışırken, artık kendisi için bir çalışma ortamı kalmadığını düşünerek 2018 yılında görevinden ayrıldı. Türkiye’deki vahşi, kimyasal, yıkıcı ve talancı madenciliği anlatan “Altın Ölüm” kitabını yazdı. Öğretim Üyesi Prof. Dr. Zuhal Yeşilyurt Gündüz’le evli, Aşkın ve Barış adında iki çocuk babasıdır.