23.6 C
Ankara

Adaletsiz kalkınma: Fakruzaruret içinde gönüllü kulluk

Paylaş:

2002’den bu yana AKP’nin vaad ettiği demokrasi ve refah ilk kez bu kadar gayri ciddi bulunuyor. Teorisine de pratiğine de inanılmıyor. AKP seçmeni de kendisini nasıl bir geleceğin beklediğini ilk kez tahayyül edemiyor.

Ülkede otoriterliğin yükselişi önlenemiyor, otoriter şiddetin etkisi altındaki ruh haliyle gelecek şekillendirilmeye çalışılıyor.

Halk, önceleri kağıt üzerinde de olsa varlığına tanıklık ettiği haklar ve özgürlüklere bu kez mutlak güçle pervasızlaşanların dilinde bile rastlayamıyor.

Bir şarkıcının saatler içinde önce hedefe sonra cezaevine konmasının altındaki motivasyonu çözmeye çalışırken bir diktatör namzetiyle yüzleştiğini düşünüyor.

Daha çok öfke üretildiğine tanıklık edeceği günlerin sonunda bir tercihe gideceğini biliyor; ama tercihin sonucunda daha büyük bir öfkenin muhatabı olup olmayacağını kestiremiyor.

Ama alamet-i farikası tek adamlık otoriteryenizmi olan rejimin rıza üretemediğinde, 20 yılın sonunda yaşadıklarındaki; “kitlesel hipnozu”, “kör itaati”, “mutlak teslimiyeti”, “saplantılı inancı”, “patetik riyakarlık” haliyle razı oluşundaki payını da içten içe biliyor.

Mısırlı Ala El-Esvani; “Diktatörlük Sendromu” adlı kitabında, Etienne de La Boetie’nin “Gönüllü Kulluk Üzerine Söylev”ini referans alarak; “bir halk özgürlüğünü kendi rızasıyla ya da zorla bir bireyin iradesine teslim ettiğinde o birey diktatöre dönüşür.” diyor. Mısır’da da sınırsız güç ve kalıcı iktidar hedefleyen diktatörlerin yolunu açan halkın, La Boetie’yi 450 yıl sonra bile doğruladığını gösteren kitap, bize de bir şeyleri işaret ediyor.

Önce iktidar, ardından muktedir olmuş birileri için 20 yıl, bizim gibi ülkelerde de “diktatörlük sendromu”nun görülmesi için yeterli bir süre.

Tüm ideolojik aygıtların üzerinde test edildiği, idolleştirilmiş liderin büyüsüne kapılmış halde yaşayan,; “Liderliğin yaptığı her şey doğru ve bundan sonra yapacakları da doğru olacak” ifadelerine eş bir inançla şekillendirilmiş, üzerinde mutlak bir denetim kurulmuş, her biri birer “Truman Burbank” olarak düşünülmüş, otoriteryenizm fikrine de alıştırılmış ve bunu kabul etmeye razı bir kitle ile işler daha da kolaylaşabilir.

Otoriter rejimin uzun süre iktidarda kalmasının temel sorumlusu El-Esvani’ye göre yaratılan “makbul vatandaş”…

Erdoğan iktidarının da karşısında konumlanan herkesi havale ettiğini söylediği “millet” de işte bu makbul vatandaştan mürekkep.

El-Esvani’nin kitabında söz ettiği “makbul vatandaş”, ona göre; aslında aynı zamanda çaresizlik ve korku içinde, adaletin imkansızlığı konusunda çaresiz ve yukarıda değindiğim üzere, adaleti gerçekleştirme çabalarının sonuçlarından da korkuyor.

Yine kitapta geçtiği üzere bu birey tipi Etienne de La Boetie tarafından sarsılmaz ve kronik itaati ile tanımlanıyor.

Hükümet etme haliyle etkisini her kesimde hissettiren 20 yılın sonundaki iktidarın ülkeye yaşattığı ağır iktisadi ve siyasi krize, keskin yoksulluğa, yolsuzluk ve rüşvet ağı ile ayyuka çıkmış derin ahlaki çöküşe, tüm kurumlarının çürümüşlüğüne rağmen; hala iktidarını koruyabilmesini ya da kitlesel varlığını ileriye taşıma umudunu yaşatmasını anlamak için La Boetie’nin; halkın “erkini yalnızca onların kendisine verdikleri güçten alanlara katlanabilmelerinin” bir tercih olarak ortaya koymasını görüyoruz her iki kitapta da.

La Boeti’nin: “Eğer tirana katlanma arzuları olmasaydı, tiranın onlara zarar veren erki olmayacaktı, eğer ona karşı koymak yerine onun verdiği acıyı sevmemiş olsalardı tiranın onlara en ufak bir kötülük yapma olanağı olmayacaktı.” ifadesiyle de bugünkü rejimle kaderini birleştirenlerin akıl iklimini yorumlayabiliriz.

Tek bir kişiye katlanan insanların bunu ona karşı çıkmak istememeleriyle açıklayan, kendilerini bunu yapmaktan alıkoyduklarını düşünen La Boetie bu savlarında yalnız değil, siyasal iktidarın var olabilmesinin, iktidarın kendisine gerekli olan boyun eğme arzusunu yaratmasına bağlı olduğu fikri, antropolog Pierre Clastres’da da var.

Tek adamın milyonlara hükmetmesinin rıza göstermeyle ilgisini anlamlandırırken La Boetie “gönüllü kulluk” olgusunu insan doğasının yozlaşmasına bağlıyor. Feodal dönemdeki bu temellendirme bize Erdoğan rejiminin doğasını anlamak için yeterli gelmeyecek kuşkusuz. El-Esvani’nin Mısır tecrübesini anlattığı kitabından yola çıkarak bizdeki durumu nasıl yorumlamak gerekir fikri üzerine düşünelim istiyorum.

Her iki kitabın da kendi temellendirmeleri üzerinden bizdeki otoriter iktidarın oluşumundaki nedenleri; rıza gösteren makbul vatandaşlar, din, korkaklık, insanların zenginlik elde etme arzusu ile siyasal iktidara bağlanması düşünülmeyecek kadar mantık dışı görünmüyor; ama monarşi koşullarında değiliz ya da Nasır’ın, Mübarek’in Mısır’ında…

Reinhard Kühnl; milyonlarca insanın toplumsal çıkarlarına açıkça aykırı politikaları olan bir hareketin veya partinin etrafında toplanmalarını izaha muhtaç bulur. Bu izahatı da muhalefetin yokluğunu da yazının ileriki bölümlerinde açacağım; ama yukarıdaki temellendirmelere ek olarak söylenmesi gereken bir şey de, bizdeki “iktidarın en çıplak görünümünün de baskı ve şiddet” olması…Başlangıçta rıza üretmede hiçbir sorun yaşamayan iktidarın giderek rıza üretememesi ve çubuğu zora başvurmaya kırması…

Ancak siyasal iktidarın gücünü mutlaklaştırması, “gönüllü kulluğun” oluşmasında tek başına şiddet de yeterli olmaz. Zorun gücüyle insanların durumlarını benimsemelerini sağlamak için iktidar, bir “inançlar sistemi de yaratarak kişilerin iktidar ilişkilerini kendisinin saptadığı yönde algılamalarını” da sağlamak durumunda. AKP bizde 20 yılın sonunda temelsiz bir değerler algısı, vulgar bir dünya görüşü aşıladığı bir kitle yaratarak ideolojik işlevi yerine getiren bir konum da kazandı.

Toplumu yönetenler- yönetilenler biçimindeki bölme organizasyonundan başka, kullandığı tek yönlü dille, tehditler ve korkutmalarla kendisi gibi düşünmeyenlerin itaatini sağlamayı kısmen de olsa başarmış durumda.

Bir şarkıcının ceza hukukunun hiçbir şekilde muhatabı olmaması gereken sözlerini cezalandırmakla kalmayıp, kendisine destek açıklamalarının “amalar” ile başlaması, “söyleme mecburiyetiyle” yapılmasını, iktidar olgusuna içkin şiddetin başka bir karşılığı olarak görebiliriz.

AKP iktidarının 20 yılın sonunda başardığı en önemli şeylerden biri, yaslandığı ideolojisini -iktidarının doğallığı üzerinden- genel dünya görüşü, bir yaşam tarzı biçiminde dayatarak daha sonraki evrelerinde bu ideolojik temel üzerine inşaa ettiği otoriteryen düzenini tüm topluma benimsetip, onaylatmak oldu.

CHP’li Özgür Özel’in Gülşen’in sözlerine ilişkin: “İmam hatipler, CHP döneminde kurulmuş… Maksadını aşmış bir espri. Çok rahatsız edici şekilde insanların kalbini kırdı. Biz de takip edeceğiz” demesi Erdoğan’nın ideolojisinin başarısı.

Hoş, kendisinin Şenyaşar ailesinin üç ferdinin AKP’lilerce katledilmesinin ardından AKP’lilere “acil” başsağlığı dilediği tweetini hatırlayınca Gülşen’e hapsi reva gören rejim yargısına cevabın Fenerbahçe tribünlerinden “ becerebilirsen zapt et hadi” tezahüratıyla gelmesine de şaşırmamak gerek.

Gülşen mevzusu da gösterdi ki bundan sonra yapılacak her yanlışa cılız da olsa gelecek tüm itirazların AKP’nin ideolojik söylem süzgecinden geçirilmesi zorunluğu belirecek, kültürel hegemonyanın iktidarına “derin bir sadakatle” bağlı “makbullerin” dışında, siyasal- toplumsal içtihatların diğer bireylerce ve kurumlar tarafından bir konsensüs yaratılmış biçimde işlemesi de sağlanmış olacaktır.

AKP rejiminin bu “resmi ideolojisinin” “yarattığı kültürel koşullandırma” insanların özgür düşüncelerinin ürünleri olarak sunulup meşrulaştırıldığında ise halkın, iktidarın hükmü altına tümüyle girme evresi de tamamlanmış olacaktır.

AKP iktidarı, bu haliyle sadece düşünce ve ifade özgürlüğünü yok etmekle yetinmediği gibi hakikati de eğip bükerek bir kez daha “faşizmin susma değil, söyleme mecburiyeti” olduğu korkunç gerçeğini bize özgürlük olarak satacaktır.

Gramsci; “politikada yanılgı devletin temel olarak diktatörlük+ hegemonya anlamıyla doğru bir şekilde kavranmamasından kaynaklanır” derken politik toplumla sivil toplum toplamının “baskının zırhlı hegemonyası” biçiminde temerküz halini de devlet olarak açıklıyordu.

Bugün gelinen noktada kültürel hegemonyanın oluştuğuna delil olarak yukardakiler verilebilir mi? Siyasal hegemonyanın oluştuğuna dair kuşku yaşanıyor mu?

Bir parti devleti olarak AKP’nin mutlak güçle bezenmiş iktidarının siyasal aygıtı elde tutmasının dışında kültürel koşullandırmaya da hakim haliyle hegemonya işlevinin yerine geldiğini düşünebilir miyiz?

Bugün toplumun çok büyük bir kısmının maruz kaldığı siyasal ideolojik düzey, iktidarın baskı ve fiziksel şiddete başvurması, hegemonyanın tahkimi, kurulan tahakküm ile bunun zorla kabul ettirilmesinin kaideye dönüşmesi, iktidarın şiddet kullanımını meşru kılmasıyla büyük bir toplumsal kesimin üzerinde uygulanan baskıyı onaylatıp, yaşamın ayrılmaz bir parçasına dönüştürmesi “diktatörlük sendromunun” semptomları mı?

Bir şarkıcın ceza kanuna muhatap olmaması gerektiği halde cezalandırılan sözünü savunamayan, dahası cezalandırılmayı eleştirirken bile “amalı” cümle kuran muhalefetin varlığı da AKP iktidarın ideolojik başarısıyla ve yaratılan ortamla mı ilgili ?

İktidarın kurduğu hegemonyayla, halkın düşünce-davranış kalıplarını biçimlendirmesi, üstündeki baskıyı katmerlemesi, tüm çürümüşlüğüne rağmen varlığını koruyarak umudunu sürdürmesi de yine aynı muhalefet ile ilgilidir.

Burada Poulantzas’ı hatırlarız: “ezilen sınıflar hükmetme sistemine karşı olan ayaklanmalarını bile genellikle hakim meşruluğunun çerçevesi içinden yaşarlar.”

El-Esvani diktatörlük sendromunda dinin işlevselliğinden de söz ediyor. Müslüman halkların otoriter iktidarlarının dini bir çeşit zırh olarak öne çıkarmalarını Le Boetie’yi hatırlatan bir vurguyla o da işliyor. Kutsiyet atfetmenin “tanrısallık örneğinden” o da haberdar ediyor. Bizler de Erdoğan’a atfedilen “cihan halifeliği”, “ümmetin lideri” sıfatlarının bizdeki tezahürlerine, tarikat ve cemaatlerin türlü cambazlıklarına, Diyanet’in deveye hendek atlatan fetvalarına şahitlik etmiştik. Detaya gerek yok. Şarkıcının muhatap olduğu hukuk ve dil de muhalefetin buna mahkumiyeti de birbirini ve dinin işlevselliğini bütünlüyor.

Erdoğan iktidarının önemli başka bir hamlesi de siyasal – kültürel egemenliğine tehdit olarak gördüğü tüm kurumların, yapıların yok edilmesiydi. Yerine koyduklarının da kendisi için en iyisi olduğuna koşulsuz inanmış hayranlardan oluşmuş bir yandaş kitle oluşturarak rejimini dayandırdığı “devleti” de kendisinin merkezileştirildiği biatlı bir bürokrasiyle şekillendirmekti.

Böylece tüm ülkeyi baba mülkü gibi görüp kendini de tüm halkın yazgısı üzerinde karar verici sayacaktı, yaptığı her şeyi kendi siyasi ikbaline göre şekillendirecek ve hükümet etme biçimini sürdürülebilir kılacaktı.

Kendi çeperini genişletip derinleştirecek, servet transferiyle semirtecek ve Aristoteles’’ten ilhamla söylersek, ülkeye “hanesi”, o da hanenin “efendisi”ymiş gibi hükmederek iktidarını sürdürecekti.

Öyle ya; nihayetinde bütün memleket kendisi ve ailesinin kazancı ve sonsuz iktidarı için var…

Monarşinin sınırında yönettiği ülkede bir grup iktidar sahibiyle sınırsız zenginlik ve debdebe içindeki “itibarlı” yaşamları, ne demokrasiyle ne de anayasa ve yasayla frenlenemeyince de “diktatörlük sendromu” oluştu.

Son sözler…La Boetie gücün saadet zincirini; “…inanmak istenmez; fakat gerçektir: Her zaman için beş ya da altı kişi tiranın gözüne girmiş, gerek kendilerinden gelen istekle, gerek tiranın çağırmasıyla ona yaklaşmış ve ortağı olmuşlardır. Bu altı kişinin de çıkar sağladıkları altı yüz kişisi vardır. Altı kişi tirana ne yapıyorlarsa, bu altı yüz kişi de altı kişiye aynı biçimde davranır. Bu altı yüz kişi, buyrukları altında altı bin kişiyi tutar… Bunlardan sonra gelenler çok daha fazla kalabalıktır.” sözleriyle açıklıyor.

Kulağa çok mu tanıdık geliyor? Son dönemin gözde ifşalarına konu olan, “elemanlar”, danışmanlar, vekiller ve bürokratları mı hatırladınız? Tüm ülke fakruzaruret halinde yaşarken rüşvet ağları, milyon dolarlar, lüks yaşamlar, sınırsız servet transferi içinizi mi burkuyor?

Adaletsiz kalkınmanın olağandışı sömürü döneminde yüzde 7,5’lik büyümede sınıflar arası gelir dağılımında sermaye bloku payını artırırken geçen yılın ikinci çeyreğinde yüzde 32.6 olan ücretli emeğin payı 2022’de yüzde 25.4’le düşmeye devam ederken ne düşünüyorsunuz?

La Boetie “ Tirana karşı koymak, onunla savaşmak gerekmez bile. Ülke ona kulluk etmemeye karar versin bir kere tiran kendiliğinden yok olup gider“ diyor “Söylev”de. Bu cümle yazının birinci bölümünün sonu ikinci bölümünün başı olsun.

━ bu yazardan

Dinbazlık ve Dilbazlık Artık Çalışmıyor mu?

Rahman Özçelik henüz 22 yaşındaydı. Bartın’da yaşamını yitiren madencilerdendi. AKP kurulurken doğmuştu,...

Adaletsiz kalkınma2: Kötülüğe sabırla dayanılan zamanlar

Geçen hafta yazıyı bitirirken Bertholt Brecht’in “Gaddarlık, gaddarlıktan doğmaz; artık gaddarlık olmaksızın...

Retorikten Mugalataya AKP Pratikleri

"Hayaldi, gerçek oldu, Türkiye hazır, hedef 2023" Bu söz AKP’nin 2011 seçim beyannamesinden. Kimse...

Gezi’den 2023’e Bir Muktedirin Seyir Defteri

Erdoğan’ın gezi protestocularına hakareti daha sonra bu hakareti savunmak için söyledikleri 20...

Kılıçdaroğlu devletin durumunu güncelliyor

Siyaset bilimci Nimtz, içinde bulunduğu zamanı diğer bütün zaman dilimlerinden önemli gören...

Kılıçdaroğlu’nun havarileri, kuşkucuları: İrili ufaklı tek adamlar hikayesi

Bu yazı, CHP'nin çıkmazını görmeyi hedefliyor. İmamoğlu ve otobüsü bu çıkmazın önemli...

Sağcılık her kötülüğün babasıdır

AKP’nin 20 yıllık envai yıkıcılığının son dönemde yarattığı kamu kaygılarının odak noktasını...

İttifaklar, olasılıklar, hidralar

“Bu seçim ülkenin son şansı olabilir. Son demokrasi nefesi olabilir. Hata yapma...

‘Tek patlıcan, tek bayrak, tek adam’

Yeni DEVA’lı eskinin AKP Grup Başkanvekili Nihat Ergün’ün, 6 Ocak 2009’da Habertürk’teki...

AKP rejiminin ekokırım hali: ‘Külü vatandaşa, parası yandaşa’

Yıllardır AKP rejiminin bin bir yüzüne mecbur bırakıldık. Sermayenin konumu da buradan...

Minare ve Yoksulluk Arasında

Piyasa ve İslamcılık ikilisinin ülkeyi kasıp kavurduğu şu günlerde Marx’ın şu sözü...

Devletin güncel durumu: Şahıs devletinin portresi

Haftalardır yazdığım her şey siyasi ile ekonomik olanın ilişkisine dair. Kapitalizm ile...

━ son bir haftada

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz