Geçen yaz yine uzun bir “kapanma” döneminden ve neredeyse 3 ay boyunca evden burnumu bile çıkarmadıktan sonra buraya ilk geldiğimde karşılaştığım tablo deyim yerindeyse beni şoke etmişti. Kimse maske kullanmıyordu, maskeler ya çenede, ya dirsekte taşınıyordu. Görünürde yoksa, çoğunlukla “Arabada kaldı yaav” idi.
Sahiller dolup taşıyordu, gençler “fiziksel mesafe”yi kesinlikle umursamıyordu. Siz pandemi önlemlerine uyma konusunda birazcık hassasiyet gösterecek olursanız size bir çeşit “manyak” gözüyle bakılıyordu: “Biraz abartmıyor musun yaağnii?”
Bir “COVID’e inanmıyorum”cular vardı, bir de “COVID diye bir şey yok yea!”cılar. Virüsün varlığından genom yapısına kadar her şeyin bilimsel olarak ortaya konduğu, sağlık çalışanlarının gece gündüz demeden, ailelerini göremeden, yaşamlarını hiçe sayarak çalıştıkları, (o tarihlerde bile) dünyada milyonlarca kişinin yakalandığı, yüzbinlerce kişinin yaşamını kaybettiği bir hastalığın “inanç” meselesi haline getirilmesi en azından ilginçti gerçekten.
Bunun faturası sonbaharda karşımıza çıktı hatırlayacağınız gibi. Vaka sayıları patladı. Her aileye en az 1 COVID-19 hastası düşünce, kayıplar acı bir şekilde yakın çevrelere kadar gelince “inanç” konusu kapandı sanırım.
Ne iyi ki, hastalığın aşısı için bu sürede yürütülen çalışmalar olumlu sonuç verdi ve yaklaşık 7 aydır -iyisiyle, kötüsüyle ve hâlâ çok yolumuz olmasına karşın- yürütülen aşılama programları sayesinde dünyada şu ana kadar uygulanan COVID-19 aşısı miktarı 3 buçuk milyar dozu geçti.[1]
Gelelim bu yazaa. Bu yaza, Prof. Dr. Esin Şenol’un “aşı bulunduktan sonraki pandemi içinde pandemi potansiyeli olan ilk varyant” diye nitelediği[2] ve yayılma hızı “orijinal virüs”ten daha yüksek olan “Delta Varyantı” ile birlikte girdik. Tehdit çok büyük, büyük olmasına ama; artık aşılama oranlarının gün gün yükselmesinin verdiği rahatlıktan mı, zor bir kışı, “tedbir yorgunu” uzun bir dönemi yasaklarla geçirmiş olmanın yarattığı bunalmışlıktan mı, yoksa 1 Temmuz’dan itibaren “ne gelirse turistten gelsin” diyerek pandemi önlemlerinin tümüyle boşlanmasından mı bilemiyorum, bu yaz “kıyılardaki” tablo daha da inanılmaz!
Sanki pandemi bitmiş gibi bir rahatlık. Maskeler çeneden, dirsekten bile atılmış. Sahillerde iğne atsanız yere düşmüyor. Komşu gezmeleri artmış. Düğün, nişan, sünnet organizasyonları gırla. Katılımcı sınırlaması da kalkmış zaar, 780 davetlinin bulunduğu bir sünnet törenine davet edildik geçen gün! Tamam açık hava avantajımız ve aşılama oranlarında artış var, doğru ama bu halk sağlığı önlemlerinin ihmal edilebileceği anlamına gelmiyor.
Yok, yok; salgından korunmanın yolunu bireysel önlemlere indirgeyecek, yasaklarla ya da polisiye önlemlerle yol alınabileceğini savunacak değilim. Aksine, hükümetin politikalarındaki, uyguladığı yasaklardaki çelişkilere, tutarsızlıklara dikkat çekmek amacım. Ölçüsüz ve tutarsız kısıtlamalar, keyfi aç-kapalar, dünyada eşi benzeri olmayan ve pandemiyle ilgisi bulunmayan yasaklar, vatandaşa ayrı, turiste ayrı yaklaşımlar salgının yayılmasını önlemediği gibi insanlarda da bıkkınlık ve güvensizlik yaratıyor.
Hem, madem topu topu iki ay sonra bütün önlemleri hiç salgın olmamış gibi kaldıracaktınız, kapatma döneminde bomboş sahilde, tek başına denize giren o amcaya, üstelik “Evim şurası” diye gösterdiği halde niye eşşek yüküyle ceza kestiniz?
[1] https://ourworldindata.org/covid-vaccinations
[2] https://t24.com.tr/yazarlar/esin-senol/pandemideki-hayalet,31756