21.4 C
Ankara

Yasak ve yalan kaleleri halkın nefretini engelleyebilir mi?

Paylaş:

Herkesin bildiğini sandığımız şeyleri sahiden de herkes biliyor mu? Ya da soruya şöyle bir soru daha ilave edelim: Herkes kendisine ulaşan bilgilerle bilgiyi veren kaynağın beklediği tepkiyi gösteriyor mu? Sınırsız iletişim ortamı ve üzerimize üzerimize gelen bilgi sağanağı pek çoğumuzu herkesin her şeyi biliyor olduğu vehmine kaptırıyor. Bu vehim aynı zamanda herkesin sahip olduğu bilgilerle hemen harekete geçeceği gibi bir vehmi beraberinde getiriyor. Galiba bu da bir zamanlar kitle iletişim araçlarına atfedilen sihirli mermi misyonunun bir getirisi. Bir zamanlar kitle iletişim araçları üzerine yapılan araştırmalar ve bu araştırmalar doğrultusunda geliştirilen kuramlara göre, kitle iletişim araçlarından izleyici-okuyucuya giden mesaj onlarda hemen bir reaksiyona yol açıyordu. Yani mesaj izleyiciyi bir anlamda sihirli bir mermi gibi vuruyor ve o da hemen tepki veriyordu. Kamuoyunun gücüne olabildiğince güvenildiği ve verilen mesajların anlamlı bir kamusal duyarlılık doğuracağına inanıldığı günler tabi ki. Aynı zamanda sömürücülerin kitlesel hareketlerden ölesiye korktuğu ve bu korkuyla kitleleri harekete geçirecek herhangi bir hakikat kırıntısının dahi varlığına pek de tahammül edilmediği yıllar. Kitle iletişim araçlarına atfedilen misyon doğrultusunda hem kitleler açısından hem de sömürücüler açısından korkmayı gerektiren pek çok olay ortaya çıktı. Farklı tarihlerde kitleleri milyonlarca insanın ölümüne yol açan, inanılmaz trajedilerin kaynaklığını yapan korkunç bir savaşa ikna etmek için de kullanıldı kitle iletişim araçları, kitleleri sömürücülere karşı örgütlemek için de.

KÖŞE BAŞLARINI TUTMUŞ İBRİKÇİLER

Aslında kitlelerle ilgili bu paradoksal algıda çok büyük bir değişikliğin olmadığı ortada. Hala despotik liderler, bir yandan kitlelerin tepkisinden ve isyanından ölesiye korkuyorlar; bu korkuyu gerçeğe dönüştürecek herhangi bir hareketin ortaya çıkmasını engellemek için ellerinden geleni yapıyorlar. Bunun için herkesin her şeyi biliyor olabileceği varsayımından hareketle, bilgi kaynaklarını sınırsızca denetlemeye çalışıyorlar. Denetim için başına çöreklendikleri devletin her türlü güç ve denetim aygıtını kullanmaktan geri durmuyorlar. Halkın vergileriyle toplanan devletin parasal kaynaklarını da bilgi diye yutturmaya çalıştıkları manipülatif kanaatlerin yayılmasını sağlamak için hem medya sermayedarlarının önüne seriyorlar hem de medya kuruluşlarının köşe başlarını tutmuş ibrikçilerin üstüne boca ediyorlar. İbrikçiler, yapmaları istenen işin ne kadar beyhude bir iş olduğunu bildikleri için, sürekli yaptıkları işin önemini hatırlatma gayreti içine girerek yerlerini sağlamlaştırmaya çalışıyorlar. Yazdıkları her yazının, paylaştıkları her kulis bilgisinin, “tuvaletten çıkan her kişiye doğru ibriği gösterme gayretkeşliğinden” daha anlamlı olmadığının o kadar farkında ki bu ibrikçiler, kurdukları her cümlede bu farkındalığın izlerini görmek mümkün. Ne var ki, en azından Türkiye ve Türkiye gibi tek adam rejimlerinin hâkim olduğu ülkelerde medya sermayedarlarının da bir anlamı kalmamış durumda. Ellerinde bulundurdukları korkunç sermayelere rağmen istihdam ettikleri ibrikçilerin etkisinden daha fazla bir etkilerinin olmadığının gayet farkındalar bunlar. Tam da bu nedenle, sahip oldukları medya kuruluşlarının itibarı, yapılan işin ehemmiyeti ve saygınlığı ile toplumun ve yurttaşların selameti umurlarında değil. Umursadıkları tek şey üzerinde oturdukları ve nereye dönerlerse dönsünler arkalarında kalan mabatlarını korumak.

HERKESİN HERŞEYİ BİLDİĞİ DÜŞÜNCESİ BİR VEHİM Mİ?

Başta da belirttiğim gibi hepimiz herkesin her şeyi bildiği gibi bir vehim içindeyiz ve bu vehmin kaynağı aslında hepimizin sahip olduğunu var saydığımız bilgi kaynakları. Bu bilgi kaynakları elbette televizyonlar, gazeteler, sosyal medya araçları, internet gibi mecralar. Bu bilgi kaynakları bizlere pek çok bilginin yanı sıra yalan ve sınırlı çerçevelere hapsedilmiş hakikat kırıntıları da ulaştırıyor. Bu araçların bilgiyi taşımak için kullandığı sözcükler de birer araç ve bu araç her zaman gerçeğin belirli bir perspektifle muhatabına ulaşmasını sağlıyor. Siz kitlelere “halk kuru ekmekle karnını doyurabiliyor” diye bir bilgi veriyorsunuz, despotun ibrikçileri oradan çıkıp “kuru ekmek bulabiliyorsa karnı aç değildir insanların” diyerek sizin verdiğiniz bilgiyi kendince düzeltiyor.[1] Bu düzeltmeler, despot ve ibrikçilerinin halkın tepkisinden ne kadar korktuğunun belirtisi aynı zamanda.

“EN İYİ KALE HALKIN SEVGİSİDİR”

Size aynı tarihlerde iki farklı Cumhuriyetle yönetilen devlette özgürce yazabilme şansına erişmiş olan iki farklı düşünürden peş peşe alıntı sunacağım. Birincisi Floransa Cumhuriyeti’nde yaşamış, ancak Floransa’yı Medici ailesi ele geçirip Cumhuriyeti yıktıktan sonra uzun süre hapsedilmiş, hatta kemikleri kırılacak kadar işkenceye maruz kalmış olan Nicolo Machiavelli’dir. Bu düşünürden yapacağım alıntı bu hapis hayatından sonra yazdığı Hükümdar kitabından. Bu kitap her ne kadar modern pragmatik siyasetçinin başucu kitabı olarak bilinse de, içinde hükümdara yönelik sağduyulu tavsiyeler barındırır. Machiavelli’nin iflah olmaz bir Cumhuriyetçi olduğunu gösteren asıl kitabı ise Söylevler’dir. Machiavelli’ye göre “iyi insanlar, iyi yasalar ve iyi eğitim topluma nitelik kazandıracak üç şeydi. Bunların hepsi, eleştirinin ve ifadenin özgür olduğu bir iklimde olabilir şeylerdi. Sadece gerçek bir cumhuriyette fikri salim ve güven ortamı oluşurdu. Şehirleri belli birinin iyiliği değil, ortak iyilik büyütür. Bu ortak iyilik, cumhuriyetten başka bir yerde daha iyi bir şekilde ortaya çıkamaz” diyordu.[2]

“Kaleler, yerine ve zamanına göre yararlı da olabilirler, zararlı da. Bir işinizde yararlı olur, öbür işinizde zararlı olurlar. Bu işe şöyle bakmak gerekir: hükümdar düşmanlardan çok kendi uyruğundan korkuyorsa kale yaptırması yararlıdır. Ama uyruğundan çok dış düşmanlardan çekiniyorsa kale yapımına önem vermesi gerekmez… En iyi kale halkın sevgisidir. Eğer halk sizden nefret ediyorsa birçok kaleniz de olsa kendinizi güvencede sayamazsınız… Bütün bunları dikkate alarak kale yaptıranları da yaptırmayanları da öveceğim. Ama kalelerine güvenerek halkın nefretini önemsemeyenleri ayıplayacağım.”[3]

“TEK BİR ADAM KİBİRLENEBİLSİN DİYE…”

Bir diğer alıntı ise yine aynı tarihlerin bir diğer müreffeh Cumhuriyeti olan Hollanda’da mukim Benedictus Spinoza’dan. Hem içine doğduğu Yahudi cemaatinden aforoz edilmiş, hem de kitapları pek çok Protestan ve Katolik Kilisesi tarafından yasaklanmış bir Allahsız Spinoza. Diğer pek çok düşünür ve filozof gibi çalışmalarını özgürlükçü Hollanda Cumhuriyetinde sürdürmüş ve dönemin monarşileri için Teolojik Politik İnceleme başlıklı kitabında şöyle yazıyor:

“Monarşik yönetimin en büyük sırrı ve tüm çıkarı insanları aldatmakta ve onları dizginlemesi gereken korkuya din maskesi takmakta yatar. Onlar böylece, sanki kurtuluşları için savaşıyormuşçasına, köleleşmek için savaşırlar. Tek bir adam kibirlenebilsin diye karılarını ve canlarını vermeyi bir utanç değil de, en büyük onur sayarlar. Ama tersine özgür bir devlette, bundan daha uğursuz bir şey ne hayal edilebilir ne de denenebilir. Çünkü her insanın özgür yargısının önyargıların boyunduruğu altına alınması ya da herhangi bir biçimde baskıya uğratılması, ortak özgürlüğe bütünüyle aykırıdır…”[4]

YALAN VE YASAK KALELERİNİN YIKILMASI YAKINDIR

Günümüzün hükümdarları olarak görebileceğimiz muhafazakâr despot liderler, kendilerini korumaya alabilmek için odalarının sayısını saymakta güçlük çektiğimiz kale gibi saraylar yaptırıyorlar, yüzlerce koruma ve uçsuz bucaksız konvoylarla dolaşıyorlar. Ancak kendilerini asıl koruduğunu düşündükleri yalan ve yasak kaleleri. Bu yalan ve yasak kalelerinin içine, gerçeklerin öğrenileceği medya kuruluşlarını hapsetmeye çalışıyorlar. Misal Türkiye’de RTÜK marifetiyle, Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu (BTK) eliyle ve sayısız pek çok kurum ve mahkeme kanalıyla pek çok olayla ilgili haberlerin yasaklanması sağlanıyor. Bu yasaklar, medya kuruluşlarından halka ulaşan bilgilerle halkın bilgilenerek hemen harekete geçeceği vehmiyle koyuluyor. Kuşkusuz bunda bir doğruluk payı var. Özgür bir ülkede, özgür bir iletişimin olduğu ortamda, gerçeklerin halka ulaştırılmasının mümkün olduğu bir iklimde bir despot fütursuzca hareket edemez. Bu fütursuzluk ancak baskıcı bir ortamda mümkün olabilir. Ne var ki, medya kuruluşlarından ulaşan bilgilerden daha etkili bir bilgi vardır. İnsanların bedenine kazınan ve yaşayarak öğrenilen bilgi. Siz açlıktan yürümeye takati kalmamış birisine istediğiniz kadar “aç değilsin” ya da “sen açsın!” deyin. Birbirini olumsuzlayan bu her iki bilginin de açlığı iliklerine kadar hisseden birisinin nazarında hiçbir anlamı yoktur. Siz istediğiniz kadar açlığın toplumun geniş kesimleri içinde kol gezdiği bilgisini yasaklamaya çalışın. Bu bilginin yasaklanması, açlıktan nefesi kokan geniş halk kitlelerinin bu bilgiden yoksun kalmasına mı yol açacak sanıyorsunuz? Tıpkı orta çağdaki kalelerin hükümdarların kendi uyruklarına karşı yapılmış olmasına benzer biçimde, yalan ve yasak kaleleri de günümüzde despotların yönettiklerini iddia ettikleri halklarına karşı kuruluyor. Ancak yine Machiavelli’nin de altını çizdiği gibi en büyük kale halkın sevgisidir. Bu sevgiyi nefrete döndüren ise yokluk, yoksulluk, açlık ve adaletsizliktir. Halkın sevgisi nefrete döndüğü anda despotu koruyabilecek kadar yüksek duvarlı bir kale daha yapılmamıştır. Despotun yalan ve yasaklardan oluşan günümüz kaleleri ise ancak kendi avenelerini içinde barındırabileceği sefahat konaklarıdır. Bu konakların da yıkılması yakındır.

[1] https://www.youtube.com/watch?v=3C7nQ089_rg (Erişim tarihi: 14/04/2022).

[2] https://t24.com.tr/yazarlar/cemal-tuncdemir/ozgurluk-ve-toplumlarin-yukselisi-ifade-ozgurlugunun-tarihine-bir-yolculuk-2,32631 (Erişim tarihi: 14/04/2022).

[3] Nicolo Machiavelli (1994). Hükümdar, (Çev. Selahattin Bağdatlı), İstanbul: Sosyal Yayınları, s. 105.

[4] Benedictus Spinoza (2016). Teolojik-Politik İnceleme, (Çev. Cemal Bali Akal), Ankara: Dost Kitabevi Yayınları, s. 45.

Yazar Hakkında

Tezcan Durna, yüksek lisans ve doktorasını Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Gazetecilik Anabilim Dalında tamamlamıştır. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümünde 2002 yılında araştırma görevlisi olarak başladığı görevine 2017 Ocak ayında görevinden uzaklaştırılana kadar devam etmiştir. Barış İmzacısı olması nedeniyle KHK listesine adı eklenerek akademiden uzaklaştırılan Durna, çalıştığı kurumda Haberi Okumak, Haber Sosyolojisi, Medya ve Etik, Etik Modernite ve İletişim, Şiddet Siyaset ve Medya, Akademik Araştırma, Yazma ve Sunma gibi lisans ve yüksek lisans düzeyinde dersler vermiştir. 2011-2012 yılları arasında TÜBİTAK Doktora Sonrası Araştırma Bursu ile Amsterdam’da bulunan Uluslararası Sosyal Tarih Enstitüsünde çalışmıştır. Medyada temsil, basın tarihi, medya ve etik, medya sosyolojisi, yeni medya etnografisi, Türkiye’de aydınlar gibi konularda ulusal ve uluslararası akademik mecralarda yayınlanmış çok sayıda eseri mevcuttur. Halen Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfının Genel Yayın Yönetmenliğini yürütmekte, Almanya’daki Duisburg-Essen Üniversitesi’nde dersler vermektedir.

Tezcan Durna
Tezcan Durna
Tezcan Durna, yüksek lisans ve doktorasını Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Gazetecilik Anabilim Dalında tamamlamıştır. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümünde 2002 yılında araştırma görevlisi olarak başladığı görevine 2017 Ocak ayında görevinden uzaklaştırılana kadar devam etmiştir. Barış İmzacısı olması nedeniyle KHK listesine adı eklenerek akademiden uzaklaştırılan Durna, çalıştığı kurumda Haberi Okumak, Haber Sosyolojisi, Medya ve Etik, Etik Modernite ve İletişim, Şiddet Siyaset ve Medya, Akademik Araştırma, Yazma ve Sunma gibi lisans ve yüksek lisans düzeyinde dersler vermiştir. 2011-2012 yılları arasında TÜBİTAK Doktora Sonrası Araştırma Bursu ile Amsterdam’da bulunan Uluslararası Sosyal Tarih Enstitüsünde çalışmıştır. Medyada temsil, basın tarihi, medya ve etik, medya sosyolojisi, yeni medya etnografisi, Türkiye’de aydınlar gibi konularda ulusal ve uluslararası akademik mecralarda yayınlanmış çok sayıda eseri mevcuttur. Halen Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfının Genel Yayın Yönetmenliğini yürütmekte, Almanya’daki Duisburg-Essen Üniversitesi’nde dersler vermektedir.

━ bu yazardan

Zifiri karanlıkta gözlerden akamayan iki damla yaş

Baştan uyarayım, bu yazıda bolca kişisel hikâye vardır. Ancak bütün bu kişisel...

Kültürel hegemonya tamam, sıradaki!

Yüksek lisans tezimi yazarken, ele aldığım konu Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne adaylık süreciyle...

Oto sansürün dayanılmaz cazibesi

“Çatışmayı tatsız bulmak, çıkarları bu çatışmalar tarafından tehdit edilenler için hoştur.” Terry Eaglaton Dilimizde...

Sapık

Babam hayattayken, kendi babasından aldığı elle az biraz marangozluktan anlardı. Bu becerisiyle...

700 yıllık bir çınar ağacı kurursa

“Çalılık nerede? Gitmiş! Ve kıvrak taylarla av hayvanlarına elveda demek nedir? Yaşamın...

Alevi’nin yarası muktedirin havucu

“Hararet nardadır, sacda değildir Keramet baştadır, taçta değildir Her ne arar isen kendinde ara Kudüs’te,...

Suskun

Suskun, birileri tarafından susturulmuş, baskılanmış, konuşmasına ve meramını anlatmasına izin verilmemiş kişi...

Üniversiteler çoraklaşırken rektör egoları semiriyor

Doksanlı yılların ortaları, tam da bu zamanlar. Üniversite sınavlarının kısaltılmış adları o...

Şeffaflığın despotluğu

“Kamusal alanın ortadan kaybolması, içine mahrem ve özel meselelerin döküldüğü bir boşluk...

Acısız hayatlar

“Acı artık ilaçlarla mücadele etmeyi gerektiren anlamsız bir kötülüktür.” Byung Chul Han-Palyatif Toplum “Yaşarsın...

Özgürlük vaat edenlere koşulsuz inanmak özgürlüğün en büyük düşmanıdır

Dünyaya elinde güç olduğu halde bu gücü kullanmaktan imtina edecek kadar güçlü...

Yozlaşma

Bütün sözcüklerin olduğu gibi yozlaşma sözcüğünün de kullanıldığı bağlam çok önemlidir. Bu...

━ son bir haftada

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz