Pandemide içinde bulunduğumuz dönemin adını açıklıyorum naçizane: Serbest gezen COVID dönemi.
“Tespit”imin esinini kıymetli Esin Hoca’dan aldım. Sözcük oyunu olsun diye değil, sahiden… Prof. Dr. Esin Davutoğlu Şenol, geçen hafta Türk Tabipleri Birliği (TTB) tarafından düzenlenen ve COVID-19 Pandemisinin İkinci Yıl Değerlendirme Raporu’nun açıklandığı basın toplantısında[1] şunları söyledi:
“Nisan ayının ortası itibarıyla servislerde ve yoğun bakımlardaki hasta yükünün azalmış olduğunu görüyoruz. Bu bizler için çok sevindirici olmakla birlikte, ayaktan gezen, servislere başvurmadan, kendi imkânlarıyla hızlı testler yaparak ayaktan gezen çokça vaka olduğunu biliyoruz.”
Neymiş? Pandeminin başında bulaş zincirini kırmak için panik halde karantinaya aldığımız, yakınlarıyla görüştürmediğimiz, hafif geçiriyor olsalar bile evlerde, odalarda tecrit ettiğimiz COVID-19 hastaları, bugün serbest geziyorlarmış. Nasıl? Büyük ihtimalle maskesiz.
“E, bunun ne sakıncası var ki? Sağlık Bakanımız, 2 Mart tarihli basın toplantısında[2] ‘Salgın kelimesini eskisi kadar çok kullanmazsak salgın olmaz’ diyerek pandeminin etkisini yitirdiğini, maske zorunluluğunun kaldırıldığını, önlemlerin gevşetildiğini açıkladı ya!” diye düşünebilirsiniz. E, siz de haklısınız.
Ama, şöyle devam etti, Prof. Dr. Şenol:
“Önümüzü sislendiren bunun nereye evrileceğini bilmememiz. Eğer, yeni ve ciddi bir dalga ile karşılaşırsak, salgının başına göre çok daha fazla şey bilen, salgını yüklenen hekimler ve salgın bilimciler olarak şunu biliyoruz ki; hem sağlık sistemi, hem sağlıkçılar, hem de aslında korunması gerektiği halde kendini korumaktan yorulmuş kırılgan nüfus üzerinde -ki Türkiye’de bu nüfusun yüzde 49-50 civarında olduğunu biliyoruz- bu süreçte bağışıklıkları da eksilmiş olacağı için, çok daha büyük bir sarsıntıya yol açabilir. Ve bununla ilgili hiçbir hazırlık olmaması son derece endişe verici.”
Evet, yöneticilerin bu umursamazlığı gerçekten son derece endişe verici.
Geçtiğimiz hafta, okulların “çeyrek ara dönem tatili” dolayısıyla Ankara dışına çıktık. Büyükanne-büyükbaba ziyaretleri yaptığımız küçük bir Ege turunun ardından, oğlumun katılacağı Uluslararası Eskrim Çocuk Kupası Turnuvası için Antalya’ya gittik. Pandeminin bu “serbest gezen” dönemine ilişkin, farklı kentlerde ve farklı ortamlarda pek çok gözlem yapma fırsatı oldu böylece.
Ankara ile kıyaslandığında zaten açık ara farklı olan ama bölge pazarları arasında bile görece daha uygun fiyatlı olan Davutlar (Kuşadası) pazarında, peynir alamaz hale gelen insanların artık “süt kesiği” almayı tercih ettiklerini de, almaya niyetlendiklerini tarttırıp bıraktıklarını da gördük ama bu ağır durum bu yazının konusu değil. Bu ağır durum, hükümetin pandemi önlemlerini bir telaş boşlamasının sebeplerinden biri. Ekonomik krizin ağır yükünün altında ezilen ve “vatan, millet, sakarya, ne yapalım, artık bir süre simit ile idare edece(ksiniz)ğiz” diyerek boğazına çöktükleri yurttaşa, “bir de maskeni tak” diyemiyorlar artık.
Neler gözledik bu sürede? Toplumun önlemler konusunda da ikiye ayrıldığını gördük. 65 yaş üstü yurttaşların -belki tehdit doğrudan onlara yöneldiği için, belki de yaşamın kıymetini bildiklerinden- gençlere kıyasla, pandemi önlemlerini sürdürme konusunda daha hassas olduklarını gördük.
Turizm sezonunun açıldığı bu bölgelerde, turistik otellerde maske-mesafe-hijyen kurallarının bütünüyle geçersiz olduğunu, buralarda çalışan işçilerin, emekçilerin kalabalık ve akışkan ortamlara rağmen tamamen korunmasız olduklarını gördük.
Aşı konusundaki hassasiyetin ilk dönemlere kıyasla neredeyse sıfırlandığını, hatırlatma dozunu ihmal edenlerin sayısının çoğaldığını, “aşı olanlar da hastalanıyor nasılsa” yaklaşımının yaygınlaştığını gördük.
Bir kesimin kesinlikle pandemi bitmiş, yokmuş, hiç olmamış gibi davranmasına karşılık, bir kesimin her şeye rağmen kendi önlemleri sürdürmeye çalışması arasındaki uyumsuzluğun, yine bir çeşit toplumsal anomi durumu yarattığını gözledik.
Bilimi kerteriz almazsanız, yüzünüzü insana dönmezseniz, insan yaşamını öncelemezseniz, insanların kafasını karıştıracak, tutarsız yaklaşımlarla pandemiyi yönetmeye çalışırsanız böyle bir şey oluyor işte.
Yine Davutlar pazarında yumurtanın envai çeşidini satan bir yumurtacı vardı. “Gezen tavuk yumurtası”, “serbest gezen tavuk yumurtası”, “köy yumurtası”, “organik”, “çiftlik” vb… Yumurtada bu kadar “klasman” olabileceğini hiç düşünmemiştim. “Serbest gezen tavuk yumurtası ile köy yumurtası arasında ne fark var” diye sordum. “Köy tavuğu kümeste olur. Serbest gezen tavuk yumurtası daha makbuldür” dedi.
Hiç bilemiyorum, ben onun aktarıcısıyım. Tavuğun serbest gezeni daha makbul olabilir ama virüsün “serbest gezeni” o kadar makbul olmasa gerek.
“Sıfır vaka” stratejisi uygulayan Çin dâhil olmak üzere, dünyada farklı bölgelerde yeni dalgalar ortaya çıkarken, Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) “pandemi bitmedi” uyarısında bulunurken, TTB, bilim insanları, hekimler tedbiri elden bırakmak için henüz erken olduğunu ısrarla dile getirirken, “virüsü serbest gezdirme” noktasına gelmek, insanı uygun sözleri bulmak konusunda zorda bırakıyor.
Şunu söyleyebilirim sadece; bilimin özgürlüğüne ve yol göstericiliğine evet, tavuk serbestiyetine hayır!
[1] https://www.youtube.com/watch?v=3N2t_ZPiXsc&t=10s
[2] https://www.youtube.com/watch?v=x7eYJHFBq58