Yine “kader” yine “fıtrat” dediler… 20 yıldır dedikleri gibi…
Sayıştay raporunda bile açık açık uyarılmasına rağmen gerekli tedbirler alınmadığı için 41 işçimiz hayatını kaybetti. Yine ne sorumlu var ne sorumluluk duyan…
8 Eylül 2004 tarihinde Kastamonu-Küre’de Cengiz Holding’e satılan bakır madeninde neden ve nasıl çıktığı hâlâ bilinmeyen bir yangınla 19 madencimiz hayatını kaybetmişti.
O dönemde de yalaka medya “Erdoğan Acıyı Omuzladı” diye manşetler atmıştı…
Oysa bu ülkede Başbakanların ve bakanların görevi acıları omuzlamak değil o acıları yaşatmamak…
CHP’li milletvekillerinden oluşan bir heyet Küre’deki facia üzerine bir rapor hazırladı. Küre raporuna göre, yangına, “Madende olmaması gereken ağır bir yanıcı madde” neden oldu. Kaza sırasında madencilerde toz maskeleri dışında hiçbir koruyucu önlem yoktu. Madencilerde gaz maskesi de kapalı devre tahliye cihazı da bulunmuyordu. Madende organize bir acil kurtarma ekibi yoktu. Maden İşleri Genel Müdürlüğü, madende hiçbir denetim faaliyetinde bulunmamıştı. Rapor böyle uzayıp gidiyordu…
Elbette kimse sorumluluk almadı… Kader… Fıtrat…
maden faciasından tam 10 yıl sonra Türkiye tarihinin en büyük maden faciası Soma’da yaşadı. 13 Mayıs 2014’te Manisa’nın Soma ilçesinde özel bir şirket tarafından işletilen kömür madeninde, çıkan yangın nedeniyle 301 madenci hayatını kaybetti.
Yine sorumlu yoktu… Üstelik acılı madenci ailelerini tekmeleyenler Almanya’ya konsolos olarak atandı…
Soma faciasından beş ay sonra da Karaman’ın Ermenek ilçesindeki maden faciasında 18 işçi
boğularak hayatını kaybetti. Evet yine gereken tedbirler alınmadığı için galerileri basan su nedeniyle 18 işçimiz yer altında boğularak can verdi.
Yani 1992, 2004, 2014, 2022 değişen bir şey yok. Çünkü acıları “omuzlayan” bakanlarımız, başbakanlarımız ve artık bir de Başkanımız var.
Sadece madenler mi?…
2004 yazında “İcraat yapıyorum” şovu uğruna, gerekli tedbirler alınmadan, yeterli deneme sürüşleri yapılmadan, bilim insanlarının uyarıları kulak ardı edilerek, “trenleri hızlandırıyoruz” dediler, Pamukova’da kadın-erkek, çoluk-çocuk 41 vatandaşımızı göz göre göre öldürdüler…
Yine “kader”, “fıtrat” dediler…
Henüz Erdoğan’a gazetecilerin soru sorabildikleri dönemdi. “Ulaştırma Bakanı istifa edecek mi?” diye sordular, “Haddinizi bilin, bu zamana kadar hangi tren kazasından sonra bakan istifa etti. Genel Müdür istifa etti, böyle soru olur mu, haddinizi bilin” dedi.
8 Temmuz 2018’de bu kez Çorlu’da yine adına “kaza” denilen bir cinayetle “çoluk-çocuk, genç-yaşlı 25 vatandaşımızı hayattan kopardılar. 340 kişi de yaralı. Yine inanılmaz hatalar zinciri. Kontrol, izleme, bakım ve onarım süreçlerindeki ihmaller zinciri 25 vatandaşımızı hayattan kopardı. Bırakın büyük Başkan’a “istifa” falan demeyi ve hatta bırakın Bakan’ı, Genel Müdür bile istifayı düşünmüyor.
Yine ölen öldüğüyle kalıyor, yine sorumlu yok. Kader… Fıtrat…
Aynı yıl içinde Çorlu’da yitirilen 25 canın acısı hala çok tazeyken, 13 Aralık 2018 Perşembe sabahı bu kez Ankara’da sinyalizasyon sistemleri devrede olmadan çalıştırılan Yüksek Hızlı Tren, Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nın çok yakınında karşı yönden gelen kılavuz trenle kafa kafaya çarpıştı. Dokuz vatandaşımız hayatını kaybetti. 86 vatandaş da yaralandı.
Makas değiştirilmediği için Yüksek Hızlı Tren birinci hattan gitmesi gerekirken ikinci hattan gidiyordu. Yani otobanda ters yönden gidiyordu. Fren dahi yapamadan, makinistler yerlerinden dahi kıpırdayamadan iki tren kafa kafaya girdi. İlk ölenler makinistlerdi. Ülkeyi yönetenlere, sistemi yönetenlere güvenmenin bedelini canlarıyla ödemişlerdi.
Elbette yine sorumlu yoktu. Kader… Fıtrat…
Daha dün 20 Ağustos 2022 tarihinde, Gaziantep’te ve Mardin’de katliam gibi iki kaza yaşandı.
35 vatandaşımız hayatını kaybetti. Birçoğu ağır olmak üzere 56 da yaralı var. Gaziantep ve Mardin’de yaşanın iki kazanın en dikkat çeken ayrıntısı, “Birinci kazadan sonra yaşanan ikinci kazalar” ve doğal olarak can kayıplarının ve zararın katlanarak artması…
Bir kaza yerinde ilk alınması gereken önlemin, KAZA YERİNİN GÜVENLİĞİ olduğunu anlamamız için daha kaç kez adına “kaza” denilen katliamları yaşamamız gerekiyor?
Derik’e giden İçişleri Bakanı Soylu açıklama yapıyor: “Bedelini ödettiririz. Kimin ihmali varsa hesabını sorarız…” Kimin ihmali var acaba?
Her şey kendiliğinden oluyor. Bu ülkede sorumlu yok. Sorumlu olmadığı için de facialar devam ediyor. En bariz insan hataları “kader, kısmet, alın yazısı, Allahın takdiri” denilerek geçiştiriliyor.
Peki madem “kader, alın yazısı” o zaman neden son model uçaklarla seyahat ediyorsunuz? Neden altınızda son model otomobiller var? Neden en lüks konutlarda, saraylarda,
organik ürünler yetiştirerek yaşıyorsunuz? Neden çevrenizde bir koruma ordusuyla dolaşıyorsunuz?
Çünkü bu işin kaderle, fıtratla, alın yazısıyla bir ilgisi yok. Cenabı Allah kullarına “akıl” vermiş.
O aklınızı kendi yararınıza çok iyi kullanıyorsunuz da konu vatandaş olunca neden yan çiziyorsunuz. Ya da bu yaptığınız büyük hataların sorumluluğunu neden üzerinize almıyorsunuz.
Ahmet Akbulut’un Sahabe Dönemi İktidar Savaşları kitabında “kader” le ilgili çok güzel bir tespit var: “Kader, zalim ile mazlumun birlikte yaşadığı sanal evin adıdır. Zalim zulmünün gerekçesini, mazlum da aczinin gerekçesini Emevi yönetiminin geliştirdiği bu düşünce biçiminde buldu”.
Emevi kralları Ebu Süfyan, Muaviye, Yezid zulümlerinin açıklamasını “kader” diye açıkladılar. Mazlumlar da bu acıya “kader” diyerek katlandı.
1500 yıl sonra aynı coğrafyada aynı anlayışla birileri devlet yönetiyor.
20 yıllık AKP iktidarı dönemi boyunca toplu işçi ölümleri tarihin en yüksek sayılarına ulaştı. 20 yılda 28 binin üzerinde emekçi işyerlerinde hayatını kaybetti.
Görmezden gelmek, kafaları çevirmek on yıllardır bu ülkede “siyaset” olarak yutturuldu.
Hani Nebati diyordu ya, “Onlar yüzde 9 enflasyonla halkın önüne çıkamazken ben yüzde 90 enflasyonla elimi kolumu sallayarak halkın arasında dolaşıyorum…”
İşte bütün mesele bu… Bütün sorumlular ve ar damarı çatlamış siyasetçiler hala meydan meydan dolaşıp “Tüm sorumlular açığa çıkarılacak… Artık risk istemiyoruz” diye açıklamalar yapıyor…
Yazar Hakkında
İbrahim Gündüz: 18 Aralık 1965 yılında Ünye’de doğdu. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi mezunu. Gazeteciliğe 1987 yılında stajyer olarak girdiği Güneş gazetesinde başladı. Gece muhabiri, belediye muhabiri, siyasi parti muhabiri, diplomasi muhabiri ve parlamento muhabiri olarak görev yaptı. Kanal D Parlamento Muhabiri olarak çalışırken, artık kendisi için bir çalışma ortamı kalmadığını düşünerek 2018 yılında görevinden ayrıldı. Türkiye’deki vahşi, kimyasal, yıkıcı ve talancı madenciliği anlatan “Altın Ölüm” ve “Altın Girdap” kitaplarını yazdı. Öğretim Üyesi Prof. Dr. Zuhal Yeşilyurt Gündüz’le evli, Aşkın ve Barış adında iki çocuk babası.