17 C
Ankara

İttifaklar, olasılıklar, hidralar

Paylaş:

“Bu seçim ülkenin son şansı olabilir. Son demokrasi nefesi olabilir. Hata yapma şansımız yok. Partilerin dar parti çıkarlarından kendisini soyutlaması lazım. Cumhurbaşkanı adayı olabileceğini düşünen insanların kendi şahsi ihtiraslarından arınıp bu ülke meselesi deyip yapıcı olması lazım. Kolay yönetilecek bir süreç olmayacak…” Ali Babacan, Murat Sabuncu’ya konuştuğunda söylüyordu bunları. Aynı programda “Altılı masanın üzerinde uzlaştığı cumhurbaşkanı aday kriteri şöyle: Kapsayıcı, kucaklayıcı ve demokrasiye gönül vermiş olmalı. Bunun dışında bir kriter konuşmadık” bu sözlerini de söyledi.

İslamcılar ne zaman dışarıda kalsalar hep aynı yere sığınırlar: kapsayıcı, kucaklayıcı ve demokrasiye gönül vermiş. Bundandır ki aynı konuşmasında Gezi Direnişine değiniyor ve “Başbakan olan Erdoğan Gezi’de gözünü kararttı, durduramadık. İçeride ciddi mücadele verdik. Bakan olarak ne söylemişim kayıtlarda. Sadece ben değil bakanların neredeyse tamamı durduramadık. (kendi gibi sonradan muhalifleri de aklıyor) Erdoğan değişik bir psikolojiye girdi” diyor. Evet öldürülen o genç insanlardan, ailelerinden, sevenlerinden utanmak yerine Erdoğan’a muhalefet ettiğine delil olarak bu sözleri sarf ediyor. Çünkü meselemiz “kapsayıcılık ve demokrasi”.

Günümüzde demokrasi gibi içeriği kirlenmiş, çürütülmüş ne kadar kavram var bilemiyorum ama kapitalizme teşne olanların demokrasiyi de istediği düzeyde kullandıklarını biliyorum. Bu haliyle de insan, demokrasiyi “ayaktakımının iktidarı” olarak gören Platon’u hatırlıyor. Onun ayaktakımından kastı alt sınıflar, mülksüzler ve onların yönetimde olma veya temsil edilme biçimi… Ancak kapitalizmin yarattığı garabet demokrasiyi sadece bir görüntüye ve oy vermeye hapsetmiştir. Hatta 1972 Hisar Dergisinde Cemil Meriç Voltaire’den örnek verip “Katıksız demokrasi, ayaktakımının despotizmidir” cümlesini o yüzden yazının burasına koymak gerekiyor. Ve memlekette “eşitlerin eşitliğinin” hüküm sürdüğü ortamda demokrasi gerçekten de ayaktakımının iktidarına dönüşmüştür. Burada temel mesele “ayaktakımı”nın anlamının en az demokrasi kavramı kadar dönüşüm yaşadığıdır kuşkusuz.

Şimdi bu görüntüde, Yunan mitolojisindeki Hidra’yı andıran bazı İslamcıların kapsayıcılık takıntısı da devreye giriyor. Ama bu söylem 6’lı İttifakın her birinde var. Karamollaoğlu yeni söylemler geliştirirken de kapsayıcı olma düsturundan kopmuyor. Kılıçdaroğlu da Karamollaoğlu’nun yeni ittifak gündemi için “Anladığım kadarıyla ittifaktan ayrılmak değil ittifak içinde ittifak oluşturmak. Bir düşüncedir tabii saygı duyacağız, her düşünceye olduğu gibi” diyerek bu söyleme sarılıyor. Bu problemli yaklaşıma Terry Eagleton’ın müthiş bir yorumu var: “farklı bakış açılarına sırf farklı oldukları için değer verilmemelidir. Eğer travestilerin timsahlara atılması gerektiğini düşünenler, görüşlerine şiddetle karşı çıkıldığında kendilerini “istismar edilmiş” (anahtar bir postmodern terim) hissediyorlarsa, bırakın öyle hissetsinler. Bir fikre sadece birinin fikri diye saygı duyulmamalıdır. … dışlayıcılıkta ilkesel olarak yanlış bir şey yoktur.”

Evet kapsayıcılık, çeşitlilik, farklılık gibi söylemler değerli kazanımlar da sunmuş olabilir ama daha ziyade sınıfsal ayrımı örtme marifetiyle donatılmışlardır. “Kapsayıcılık kültü maddi farkları gizlemeye yardımcı olur. İnsanın istediği gibi giyinme, tapınma ya da sevişme hakkına saygı duyulurken; düzgün bir maaş alma hakkı reddedilmektedir.” Ve bildiğimiz üzere bizim memlekette hepsi reddedilmektedir.

Bu sebeple dışlayıcılık da siyasi bir program olabilir, varmış gibi yapılan ama olmayan sürekli yönsüzlük bir siyaset değildir. Ve bu yönsüzlük içinde belirli bir dışlama programı bir yön tayin edebilir. Ama yapılan şey iktidar aracı olan şeyleri iktidar olabilmek için sürdürme eğilimi… Hâlbuki o araçlar iktidara direnme biçimine dönüşebilecekken…

Yönünü bulmaya çalışan Millet İttifakı yeni seçim yasasıyla sarsıntıya girdi, yeni hesaplar yapılmaya başlandı ve uyumlu hale gelme süreci başladı. İşte problemli kısım burası, sürekli bir uyma hali devrede; itiraz etmeden gelen her şeye boyun eğmek; her şeyi sandığa yedeklemek. Kılıçdaroğlu’nun “İktidar kendi koltuğunu korumak için seçim kanununda bazı değişiklikler yaptı. Ne yaparsa yapsın aslında bizim için hiç önemli değil. Şimdi çıkan kanuna göre bizim yeniden oturup bir strateji belirlememiz lazım” sözleri gibi.

David Hume diyor ki “yalnızca zaman [hükümdarların] hakkını sağlamlaştırır. … ve insanların zihinlerine yavaş yavaş işleyerek onları her türlü otoriteyle barıştırır, her türlü otoritenin adil ve makul görünmesine sebep olur”; bu topluma da, o altılı İttifaka da olan bu. Yasaya itirazları kısık sesle; git gide her yere sızan AKP rejimi, devletleşmiş bir iktidar karşısındaki halleri, adaletsiz-eşitsiz bir yarışa girerkenki bu kabul edilmiş vaziyetleri yaşanacak başarısızlığın gelişi gibi.

Bu seçim kanunu ile var olan adaletsizlik, eşitsizlik daha da derinleştiriliyor. Teklif edilen hali ile demokratik bir seçimin gerçekleşmeyeceği, eşit siyasi mücadelelerin imkânsız hale geleceği, kamu kaynaklarının kullanımında suiistimalin artacağı ayan beyan… Aslında tamamen kaldırılması gereken barajın inmiş olması bir illüzyon; il bazında fiilen daha yüksek oranlı barajlar oluşmuş vaziyette. Azınlığın varlığına da, çoğulculuk yerine çoğunluğun dayatıldığı, tam da Erdoğan rejimini sağlamlaştıran bir sistem geliyor. Böylece çok sayıda parti meclisten dışlansın isteniyor.

E tabi bunun akabinde Millet İttifakı da hesap yapıyor. En net girişim Karamollaoğlu’ndan geldi; ittifak içinde ittifak hesapları başladı. Karamollaoğlu, AKP’den kopan %15’lik bir kitleyi hedefine koyarak “Eski sistemde, ittifak eden partiler önce tek oymuş gibi ittifaklar arasında bölünüyor sonra milletvekilleri çıkıyor ve milletvekilleri kendi aralarında pay ediliyordu. Şimdi o avantaj kalktı. Yeni yollar aramak icabet eder. Seçim kanunuyla şartlar değişti. 3. ittifak olabilir” diyerek bu halin adını da koydu. Gerçi Gültekin Uysal’ın Deva ve Gelecek’i dışarıda bırakan açıklamasının ardından, Karamollaoğlu’nun 6’lı İttifak’tan bir ittifak çıkabilir vurgusu birbirinden bağımsız değil.

Karamollaoğlu’nun 3. İttifak’tan kastı Deva’lı, Gelecek’li, Saadet’li bir üçlü. Öte yandan Uysal’ın çıkışı da Demokrat Partililerin de İyi Parti ve CHP listesine yedeklenmesinin de önünü açıyor. Karamollaoğlu’nun sözleri Uysal’ın çıkışına karşılık da söylenmiş olabilir, kendi muradı da…

%7’ye düşmüş bir seçim barajı Milet’in motivasyonunu ittifak açısından bozmuş gibi okunsa da İttifak’taki İslamcı organizasyon için daha cüretli davranmanın önünü açtığını da düşünüyorum. Peki Erdoğan bunu düşünmemiş olabilir mi, hiç sanmıyorum.

Diğer taraftan Karamollaoğlu çeşit çeşit söylemlerde bulunup ahvalini de ortaya koyuyor. Birkaçını paylaşmak isterim; mesela AKP’yi övüyor –ki çok normal, onlar aynı evin çocuğu– Ayasofya’ya değiniyor. Başörtüsü meselesinin yanında AKP, Ayasofya meselesini de görmüş ve çözmüş. Bunca sorun, sorun değil; İslamcının sorunu hiç değil… Saadet’in “dönüşü” muhteşem olabilir.

Yine benzer noktadan bir çıkışı var: “Şunu ifade edelim toplum da bilsin, bizim özellikle inançlı kesim, manevi değerlerine önem veren kesimin kazanımlarından 1 milim bile taviz vermeyiz, verdirtmeyiz. Böyle bir ittifakın içinde de bulunmayız. Bu konuda kazanımlarımızdan taviz verilmeyeceğine inanarak birlikteliği yürüttük.” Devamlılık esastır… Diğer taraftan çok problemli bir şeyi daha dile getiriyor “Güçlendirilmiş parlamenter sistem ifadesi, geçmişte normalde parlamenter sistemle karşılaşılan hükümet düşünce uzun zaman boşluk doğabiliyordu. Şimdi onu ortadan kaldıracak yeni formül ortaya kondu. Bu değişiklik yapılırsa Türkiye hükümetsiz kalmayacak” hangi geçmiş diye sormadan edemiyorum… Ama Erdoğan’ın cumhurbaşkanı adayı olup, olmayacağı konusundaki yorumuna da katılıyorum; Erdoğan kaybedeceğini anlarsa girmez o seçime diyor “Kendisi kaybetmiş olmayacak, başka aday kaybedecek”. Tabi burada aynı yerden kalkış yapmıyor olabiliriz. Tüm bunların yanında bir konuşmasında “komünist Rusya” demesi de ne olduklarını hep hatırlatmak/hatırlamak adına iyidir.

Acıları silme eğilimi veya örtme/ yokmuş gibi davranma eğilimi tehlikeli. Kapsayıcı dilleri, söylemleri bunu da kapsıyor ne yazık ki. “Etkili iktidar kolektif hafıza kaybına dayanır; suçlara eski dostlarımızmış gibi alışırız” sözlerine kulak vermek gerek…

Sadece Cumhur ve Millet İttifakları varmış gibi yapmak tam da sistemin istediği şey. Solcuların sürek avı yaptığını ileri süren Yıldıray Oğur gibiler “Peki neden altılı masa iktidar çevrelerini telaşlandırmış gözükürken, bazı muhalifleri pek heyecanlandıramıyor? Heyecanın düşük olmasının bazı pratik nedenleri var” açıklamalarında bile AKP’ye övgü düzedursun, asıl nedeni hep es geçiyor. Hidralar meseleyi kimlik siyasetine bağladığı için hedefleri hep solcular.

Burada o çok meşhur ifade devreye giriyor: Kürtler ve HDP bu denklemin neresinde?

HDP HERKESİN AKLINDA; AMA KİMSE HDP’NİN YANINDA DEĞİL…

Çok açık ki denklemin bir ucu Karamollaoğlu’na dayanırken, diğer ucu HDP’ye uzanıyor. Cumhurbaşkanı Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi (IKBY) Başbakanı Mesrur Barzani ile görüşüyor; Nihal Bengisu Karaca gibiler Kürtler üzerine yazıp, çeşitlilik övüyor. Evet, herkes farkında Kürtlerin ve HDP’nin kilit parti olduğunun. Zira Mithat Sancar da “Hedefimiz % 15. Kibir yapmıyoruz ama anahtar parti olduğumuzun farkındayız” diye belirtiyor. Üstelik, onlar Millet İttifakını da göz ardı etmiyorlar.

Ama yeni seçim yasası meşum denklemi bozacak; çünkü bir anlamda bu yeni seçim yasası partileri ayrı ayrı seçime girmeye zorluyor ve bu ipi diğerlerinden daha iyi göğüsleyen tek muhalefet HDP.

HDP’nin de bazı partilerin desteğini alarak seçime gireceği neredeyse kesin. Haziran seçimlerinde olduğu gibi bazı parti liderlerine listelerinde yer açacaklar; sol-sosyalist bir cephe ile seçime girme çabasının sürdüğü de malum. Burada bütün eleştiriler yapılabilir, yapılmalıdır da ancak gerçekleri göz ardı etmeden. HDP’nin etrafında oluşacak bir üçüncü blok/ittifak önemli bir güce de sahip olacak. Sadece sandık üzerinden bakınca bile yedi milyon gibi bir oy oranı mevcut. İçeride olmasına rağmen Selahattin Demirtaş’ın etkisi de sürüyor. Burada önemli olan işçileri, gençleri, yoksulları dâhil edebilme. Ve kadınlar ile LGBTİ+ bireylere yönelik tek “kapsayıcı” davranış HDP’nin de olduğu cephede gibi duruyor.

Bugün bazı seçmen grupları da, İttifaklar da kendilerini tüm topluma dayatma peşinde. Tek seçenek olduklarını düşünen kimileri kol geziyor. Bütün umutsuzluğunu, siyasetsizliğini, basiretsizliğini dayatan seçmen de siyaset de kendini zorunlu görüyor.

Ama hafıza iyidir, hatırlayınız; “bu ülkede onların kazanması çok zor”culara da hatırlatınız. Ayrıca şu yaşadıklarımız kolay mı? Uygarlığın tek bir atası var o da emek; onu göz ardı eden göz ardı edilmelidir, unutmayınız.

━ bu yazardan

Dinbazlık ve Dilbazlık Artık Çalışmıyor mu?

Rahman Özçelik henüz 22 yaşındaydı. Bartın’da yaşamını yitiren madencilerdendi. AKP kurulurken doğmuştu,...

Adaletsiz kalkınma2: Kötülüğe sabırla dayanılan zamanlar

Geçen hafta yazıyı bitirirken Bertholt Brecht’in “Gaddarlık, gaddarlıktan doğmaz; artık gaddarlık olmaksızın...

Adaletsiz kalkınma: Fakruzaruret içinde gönüllü kulluk

2002’den bu yana AKP’nin vaad ettiği demokrasi ve refah ilk kez bu...

Retorikten Mugalataya AKP Pratikleri

"Hayaldi, gerçek oldu, Türkiye hazır, hedef 2023" Bu söz AKP’nin 2011 seçim beyannamesinden. Kimse...

Gezi’den 2023’e Bir Muktedirin Seyir Defteri

Erdoğan’ın gezi protestocularına hakareti daha sonra bu hakareti savunmak için söyledikleri 20...

Kılıçdaroğlu devletin durumunu güncelliyor

Siyaset bilimci Nimtz, içinde bulunduğu zamanı diğer bütün zaman dilimlerinden önemli gören...

Kılıçdaroğlu’nun havarileri, kuşkucuları: İrili ufaklı tek adamlar hikayesi

Bu yazı, CHP'nin çıkmazını görmeyi hedefliyor. İmamoğlu ve otobüsü bu çıkmazın önemli...

Sağcılık her kötülüğün babasıdır

AKP’nin 20 yıllık envai yıkıcılığının son dönemde yarattığı kamu kaygılarının odak noktasını...

‘Tek patlıcan, tek bayrak, tek adam’

Yeni DEVA’lı eskinin AKP Grup Başkanvekili Nihat Ergün’ün, 6 Ocak 2009’da Habertürk’teki...

AKP rejiminin ekokırım hali: ‘Külü vatandaşa, parası yandaşa’

Yıllardır AKP rejiminin bin bir yüzüne mecbur bırakıldık. Sermayenin konumu da buradan...

Minare ve Yoksulluk Arasında

Piyasa ve İslamcılık ikilisinin ülkeyi kasıp kavurduğu şu günlerde Marx’ın şu sözü...

Devletin güncel durumu: Şahıs devletinin portresi

Haftalardır yazdığım her şey siyasi ile ekonomik olanın ilişkisine dair. Kapitalizm ile...

━ son bir haftada

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz