Adalet kavramı, ülkemizde ihtiyacı olanın da talep edenin de erişemediği bir olgu olarak soyut anlamının hakkını veriyor. Gerçekliği ise ‘bağımsız yargı’mızın içinde vücut buluyor. Çoğu zaman yaşadıklarımız karşısında olan biteni ifade ederken nefessiz kaldığımı hissediyorum. Ancak her seferinde talep etmekten, konuşmaktan, anlatmaya çalışmaktan ne kelimeler tükeniyor ne de kelimelerin gücü. Günlerce susmadan konuşabilirim ya da en yalın çaresizliğim kadar susabilirim. Yeter ki anlaşılmaktan öte kalmayım, bu deli saçması belirsizlikler ve anlamsızlıkları çoğaltan kopukluklar bitsin.
Öfkelenmekten durup dinlenince elbette yaşadıklarımızın karşılık geldiği otokratik bir süreç işliyor, ama bu işler bu kadar ham mı yürütülür? Öyle ki; bir hakim başkanlık ettiği davaya deyim yerindeyse sırtını dönüyor, o da yetmedi “Adalet istiyoruz” serzenişine küsüyor. Cumhuriyet tarihinin en büyük katliamı olan 10 Ekim Ankara Gar Katliamı davasının firari sanıklar için görülen dosyasından bahsediyorum. Yarın duruşması görülecek olan davayı mahkeme başkanı, katliamda oğlunu kaybeden bir babanın “Adalet istiyoruz” çığlığına alınarak erteledi. “Ya o salondan çıkarılacak ya ben devam etmeyeceğim” dedi. Devletli hakimin bilmediği bir şey var.
2015 yılının 10 Ekim’inden beri biz, Ankara’nın o asfaltında parçalarımızı arıyoruz. Üzerinden gün geçmesini beklemeden köpükle foşur foşur yıkadıkları Tren Garı önünden, Ankara’nın orta yerinden bu kanlı suçu; suya sabuna dokunmadan temizleyeceklerini sananlar, adaleti de tecelli ettireceklerini düşünüyorlar. Hala Gar önüne gidemeyen, yolunu geçiremeyenlerimiz var. Bizim küsüp de onların ‘oyun’ sandığı bu ayakta kalma becerisini kaybedecek lüksümüz yok. Hayatın akışını erteleyecek şımarıklığımız da. O gün işinden izin alabilen, yol parasını denkleştirebilen ya da küçük çocuğunu komşusuna emanet ederek gelen kadınlara ve her bir aileye adaleti, bağımsız yargıyı, hukukun üstünlüğünü nasıl açıklayacaksınız? Tek bir sorumlunun dahi yargılanmadığı, dosyaların çekmecelerde unutulduğu, eksik gedik bir yargılama ile 19 sanığa verilen ceza kimin vicdanını rahatlatacak? Halkın somut her talebinin pelesenk edildiği bu arsızlık sizleri rahatsız etmezken “Adalet istiyoruz” u duymak neden ağırınıza gidiyor?
Üstelik dahası da var; bugün Boğaziçi kampüsünden tüm Türkiye’ye yayılan demokratik, bilimsel üniversite talebi, “Öyle mi alay komutanı” diyerek bastığınız yeri sarsan maden işçileri, hayatlarının hiçe sayıldığını ve kirli işlerin nasıl döndüğünü bir bir anlatan Hendek’teki havai fişek fabrikasındaki işçiler ve yakınları, paylaştığı haber yüzünden milletvekilliği düşürülen Faruk Gergerlioğlu ve kimliğine, diline, cinsiyetine, yönelimine bakmadan yan yana gelen milyonlar… Bir daha hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını ama en önemlisi adaletin nasıl bir şey olduğunu size tek tek gösterecek. Alınmayın ama küsmek yok, insanca yaşam isteğimiz baki.
Burcu Yıldırım Kimdir?
Hacettepe Üniversitesi Alman Dili ve Edebiyatı Bölümü mezunu. Aynı üniversitede Kadın Çalışmaları Topluluğu (HÜKÇAT) kuruluş çalışmalarında yer aldı. Ankara Üniversitesi Kadın Çalışmaları Bölümü’nde yüksek lisansa başladı ancak birçok hocası, Barış Bildirisi’ne imza attıkları gerekçesiyle ihraç edilince bölümünü tamamlayamadı. Öğrenciliği döneminde ve sonrasında 5 yıl boyunca Evrensel Gazetesi ile Ekmek ve Gül’de; bir süre de Uçan Süpürge Kadın Filmleri Festivali’nde çalıştı. Fişek Enstitüsü Çalışan Çocuklar Bilim ve Eylem Merkezi Çocuğun İnsan Hakları Ödülü ve Ankara Tabip Odası ödülü, İstanbul Tabip Odası “Gazete-Haber Araştırma Ödülü”, TMMOB Mimarlar Odası Ankara Şubesi “Koruma Alanında Emre Madran Ödülü” sahibi. Halen basın danışmanı olarak görev yapıyor.