Merhaba,
Bu haftaki yazımda bir miktar siyaset kavramı üzerinde durmak istiyorum. Zira, bu kavram, uzun yıllardan beri siyasal iktidarlar tarafından bir hayli kirletilmiş ve dokunanı yakıp kavuran cehennem ateşine dönüştürülmüştür. Bu yüzden geniş kitleler siyasetten soğutulmuş ve özellikle uzak durmaları sağlanmaya çalışılmıştır. Oysa, siyaset her zaman toplumsal yaşamın merkezinde yer alan bir kavramdır. Siyasetle uğraşmayan kişiler, egemen siyasete boyun eğmekten kurtulamazlar; kaderlerini asla değiştiremezler. Kötü yaşam koşullarımızı değiştirmek, haklarımızı elde etmek, güzel bir gelecek yaratmak istiyorsak, siyasetin tam da göbeğinde bulunmak, egemen siyaset yöntemlerine müdahale etmek zorundayız.
Siyasetin pek çok tanımı yapılabilir. Ama ben sadeleştirerek son derece basit bir tanımını vermek istiyorum. Siyaset karar alma süreçlerini ve mekanizmalarını etkileme mücadelesidir. Zira, yaşamımızı şekillendiren, iyi veya kötü yapan, birtakım kurullarca veya kişilerce verilen siyasal kararlardır.
Karar alma süreçlerini ve mekanizmalarını etkilemek iki türlü olabilir: ya siyasal bir parti aracılığıyla iktidar mücadelesi sürdürerek ya da kişisel veya örgütlü olarak lobi ve savunuculuk etkinlikleri yürüterek. Siyasal partiler aracılığıyla sürdürülen siyasete ben dar anlamda; lobicilik veya savunuculuk etkinlikleri aracılığıyla sürdürülen siyasete geniş anlamda siyaset diyorum. Toplumda hiçbir şey, dar ya da geniş anlamında siyasetin dışında kalamaz. Bu yüzden falan sorun siyaset üstüdür, filan sorun siyaset dışıdır gibi söylemlerin hiçbir anlamı yoktur veya egemen siyaseti gizleme çabasından ibarettir.
Peki, siyaset tarih sahnesine ne zaman ve nasıl çıkmıştır?
Ne zaman ki, toprağın ekilip biçilmesi, demir balta, demir saban gibi üretim araçlarının kullanılması keşfedildi, işte o zaman tek bir bireyin ürettiği üründe, kendi karnını doyurmasının ötesinde bir fazlalık meydana geldi. O zaman savaşlarda tutsak edilip gereksiz bir boğaz oldukları için öldürülen ya da klana kandaş olarak kabul edilen kişiler, emeklerinin fazla ürünlerine el konulmak üzere köleleştirildiler. Bu uygulama yaygınlaşıp yerleşti. Giderek toplum, temel iki sınıfa bölündü: efendiler ve köleler. Başka ara sınıflar da vardı kuşkusuz; ama toplumun eksenini bu iki temel sınıf oluşturmaktaydı. Efendilerin, sık sık baş kaldıran köleleri zapt-ı rapt altında tutmaları güçleşmekte; bu yüzden onları bastırmak, boyun eğdirmek ve bir düzen içinde yönetebilmek için özel bir mekanizmaya gereksinim duyulmaktaydı. Bürokrasisi, silahlı gücü ve cezalandırma araçları olan bu mekanizma Devlet’ti. Devlet gücünü, iktidar olabilme yeteneğinden almaktaydı. İktidar olabilmekse, sadece silahlı güçle başarılamazdı. Araya dinsel inanışlar girmeli, yönetilenler yönetenlerin meşruiyetine ve adaletine inanmalıydılar. İşte egemen sınıf ideolojisi ve siyaseti böyle doğdu. Egemen sınıflar egemenliklerini, uyguladıkları bin bir siyaset biçim ve yöntemleri sayesinde sürdürebildiler. Ezilenler siyasette başarılı oldukları ölçüde haklarını ve kimi yerde iktidarı elde edebildiler.
Devletler, ona sahip olan sınıfın niteliğine, egemenliğin kaynağına, yönetme biçim ve anlayışına göre içerik ve biçim değiştirdiler. Ayrıntıya girmeden kabataslak devlet çeşitlerini, değişik ölçülere göre şöyle özetleyebiliriz:
Sınıfsal içeriğine göre: köleci, feodal, kapitalist, sosyalist.
Egemenliğin kaynağına göre: monarşik, aristokratik, oligarşik, teokratik, demokratik.
Yönetme biçimlerine göre: mutlakiyet, meşrutiyet, cumhuriyet.
Başlangıçta sadece asayişi sağlamak için esas olarak baskı ve zora dayanan Devlet, toplumun bu biçimde yönetilememesi ve kabına sığmaması karşısında ezilenlerin isyanı ve mücadeleleri sayesinde toplumsal dengeleri ve uzlaşmaları dikkate almak zorunda kalmış; böylece bugün sık sık vurgu yaptığımız Sosyal Devlet noktasına dek evrimleşmiştir. Siyaset yaşamımıza girmekle kaderimizi biçimlendiren, mutluluğumuzu derinden etkileyen bir güç haline de dönüşmüştür. Çünkü siyaset, sadece devletin yönetilmesinden ibaret olmayıp bu sayede ekonominin, toplumsal yaşamın, eğitimin, kültürün de yönetilmesi veya yönlendirilmesi anlamına gelmektedir. Zamanla anlam genişliği kazanıp genel olarak amaca ulaştıran yol, yöntem anlamında da kullanılmaktadır.
Bugün siyaset, aynı zamanda bilimsel bir disiplinin de adıdır. Çünkü siyasetin de nesnel olarak incelenebilecek yasallığı, yöntemi ve kuralları bulunmaktadır. Halkın yararına, bilimsel yöntem ve araçlarla sürdürülecek bir siyasetin, yaşamımızı olağan-üstü güzelleştireceği ve mutluluğumuzu sürekli kılacağı kuşku götürmez. Siyasetin, halk arasında alavere-dalavere, çirkin ayak oyunları ve sahtekarlık anlamında kullanılması, yedi bin yıldır süregelen egemen sınıf siyasetinin zihinlerimizde yarattığı bir deformasyondur. Hatta egemenler, zaman zaman siyaseti öylesine kötüler ve halk kitlelerinin ondan uzak durmasını salık verirler ki, kitleler, siyasetin yaşamlarındaki önemini kavramasınlar ve başlarına gelen kötülükleri başka güçlerden bilsinler. Oysa siyaset, ekmeğimizle, eğitimimizle, özgürlüğümüzle, onurumuzla ilgili bir şeydir. Bu yüzden devleti yönetenler, gerçekte her gün ekmeğimize, eğitimimize, özgürlüğümüze ve onurumuza ilişkin kararlar almaktadırlar. Bu kararlarla yaşam düzeyimizi ya yükseltmekte ya da bizi açlığa mahkûm etmektedir ya aydınlatmakta ya da cahil bırakmakta; ya özgür yurttaşlar olmanın hazzını yaşatmakta ya da hapislerde çürütmekte; ya insan onuruna yaraşır bir biçimde ya da başı eğik, ezik-büzük, öz-güven yoksunu bireyler olarak yaşamamıza yol açmaktadırlar. Dolayısıyla siyasetten uzak durmamız, kendi kendimizden uzak durmamız, kendi kendimize yabancılaşmamız anlamına gelmektedir.
Antik Yunan düşünürü Aristotales, insanı çeşitli biçimlerde tanımlardı: “Alet kullanan hayvan, düşünen hayvan” vb… Düşünürün bir başka tanımı daha vardı ki, konumuzun özünü oluşturmaktadır. “Zoon politicon” yani politik hayvan derdi insan için. Bu tanıma göre politik olma özelliğini aldığımızda insandan geriye ne kalır? İşte egemenler, yüzyıllardan beri kendilerinden başka herkese politikayı yasaklayarak toplumun çoğunluğunu hayvanlaştırmak istemişler; böylece daha kolay güdebileceklerini düşünmüşlerdir. Politika yapan, yapmanın yollarını arayan insan, gerçekte hayvanlaştırılmasına karşı direnmekte; daha çok insan olmanın çabasına girmektedir. Çünkü politik insan, kendi kaderine ve geleceğine sahip çıkan, kendi haklarını bilen, içinde yaşadığı topluma karşı sorumlu, başı dik ve özgür insandır.
Gelecek haftaki yazımda kitleleri siyasetten caydırma yöntemleri üzerinde duracağım. Dostça kalın.
Yazar hakkında:
Turhan İçli Kimdir: 1955 yılında Sivas’ta doğdu. 10 yaşında geçirdiği kaza sonucu kör oldu. ODTÜ Sosyoloji ve A.Ü. Hukuk Fakültesini bitirdi. Yüksek lisansını A.Ü. Sosyal Hizmet Bölümünde yaptı. 1974’ten beri örgütte engelli hakları mücadelesi içerisinde yer aldı. Altı Nokta Körler Derneği, Türkiye Körler Federasyonu ve Engelliler Konfederasyonu başkanlıkları yaptı. 15 yaşından itibaren sosyalist hareket içerisinde yer aldı. 12 Eylül zindanlarında yattı, işkenceli sorgulardan geçti. İki sosyalist partinin merkez komitesi ve CHP Parti Meclisi Üyesi oldu. Siyaset ve engelli hakları konusunda yüzlerce makalesi, araştırmaları ve 2 kitabı bulunuyor. Halen arabuluculuk ve serbest avukatlık yapıyor.